Anlamak ve Anlaşılmak
Çözüm Odaklı Terapi Soruları ve Anlambilim
İnsan ilişkilerinin devamlılığında ve doyurucu olabilmesinde tarafların birbirini anlaması, diğer bir deyişle “anlaşılmak” temel bir bileşendir:
O benim hislerimi, düşüncelerimi, hayallerimi, sorunlarımı, korkularımı, tutkularımı, ruh halimi anladı; onun beni anladığını hissediyorum, anlaşıldığımı hissediyorum.
Özellikle bir takım sorunlarla karşılaşıldığında ve bir taraf diğerinden çözüm konusunda işbirliği ya da yardım istediğinde “anlaşıldığını” hissetmek daha da önem kazanır. Aksi durumda, yani taraflardan biri “anlaşılmadığını” hissettiğinde uzaklaşır, duygusal ve/veya fiziksel kopuş yaşar. Hatta bazen ilişki çatışmaya dönüşür. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için burada bir örnek vaka paylaşacağım:
Çağan, lise son sınıf öğrencisi. Büyük bir hevesle ve hırsla üniversite sınavına hazırlanıyor; dershaneye gidiyor, özel dersler alıyor ve gece yarılarına kadar evde ders çalışıyor. Ama tüm bunlara rağmen deneme sınavlarında netlerini bir türlü yükseltememiş ve hedeflediği üniversitenin puan olarak hala çok uzağında. Psikoterapi görüşmesine annesi ile geldi.
Psikoterapist: [her ikisine bakarak] Size nasıl yardım edebilirim?
Anne: [hemen söz aldı] Dün deneme sınavının sonuçları açıklandıktan sonra Çağan çok ağladı ve “ölmek istiyorum” dedi. Odasına kapandı, çıkmadı bir türlü. Babasıyla ben çok üzüldük ve açıkçası kendine bir şey yapmasından korktuk. Biz oğlumuzun üzülmesini hiç istemiyoruz… [oğluna dönerek] Senin sağlığın daha önemli çocuğum, bize sen lazımsın. Sınavı kazanmasan da olur. Kimseye bir şeyler kanıtlamak zorunda değilsin.
Çağan: [annesine dönerek, öfkeli bir ses tonuyla] Anne beni anlamıyorsun, babam da beni anlamıyor. Bunun başka insanlara kanıtlama ile ilgisi yok ki. Benim amacım kendimi kendime kanıtlamak.
Anne: Çocuğum ne kendine ne bir başkasına bir şeyler kanıtlamana gerek yok ki. Çalıştın ve elinden geleni yapıyorsun zaten. İlle de o yüksek yerleri kazanman şart değil. Bizim için sen iki yıllık bir yer kazansan da olur.
Çağan: Üffff anne yaaa… Anlamıyorsunuz işte…
Seansın hemen başındaki diyalogtan annesi ve Çağan’ın birbirlerini anlamadıkları ve “anlaşılmadıkları” görülmektedir. Her ikisinin de görüşlerini ve pozisyonlarını tarif ederken kullandıkları kelime “kanıtlamak”. Peki annenin kullandığı “kanıtlamak” ile Çağan’ın kullandığı “kanıtlamak” kelimesi aynı anlamı mı taşıyor? Hayır, kelime aynı olsa da maalesef aynı anlamı taşımıyor. Anne-oğul arasındaki çatışma da buradan kaynaklanıyor. Çözüm odaklı terapi farklı bir yol izlenirse tarafların karşılıklı olarak “anlaşıldıkları” düşüncesine varacaklarını öne sürer. Bunu Çağan örneği üzerinden anlatmadan önce “anlamama” ve “anlaşılmama” sorununun olası mekanizmasına anlambilim (semantik) yönünden kısaca değinmek istiyorum.
Anlambilime göre kelimeler ve cümleler yorumlanırken üç temel noktanın göz önünde bulundurulması gerekir:
1. Aynı kelimenin birbiriyle tamamen ilintisiz ya da uzaktan ilintili anlamları olabilir (*).
Örnek kelime “güvenilir”.
1a. “Kasada duran eleman güvenilir“
1b. “Görünüşü seni aldatmasın, bu sandalyeye oturabilirsin, güvenilir“
1c. “Altın güvenilir bir yatırım aracıdır“
Güvenilir kelimesi ilk cümlede (1a) dürüst anlamı taşırken, ikinci cümlede (1b) fiziki sağlamlık ve son cümlede (1c) ise değerini korumak ve kazandırmak anlamlarını vermektedir.
2. Kelimelerin zihindeki temsillerinin birden fazla yönü olabilir (#).
Örnek kelime “kedi”.
2a. “Karanlıkta tam seçemedim ama az evvel duvarın üzerinden bir kedi atladı sanki”
2b. “Bizim köydeki bağ evine bir kedi almak lazım“
İlk cümlede (2a) bir kediyi kedi yapan fiziksel özelliklerine gönderme varken sonraki cümlede (2b) fareleri avlama yönüne gönderme vardır.
3. Kelimelerin anlamı bağlam (context) esnasında oluşabilir (ˆ).
Örnek kelime “üzeri”.
3a. “Tabakları masanın üzerine koydu”
3b. “Çocuğun fırlattığı top Ali’nin kafasının üzerinden geçti”
3c. “Odanın yan duvarına çocuklar yazı yazmış, üzerini boyayarak kapamaya çalıştım”
İlk (3a) ve ikinci (3b) cümlelerde üzeri kelimesi konum olarak yukarıda (tabak masanın yukarısında, top Ali’nin yukarısında) anlamını verirken son (3c) cümlede en dış tabaka anlamını vermektedir.
Toparlayacak olursam bir kelimenin çoğu kez birden fazla anlamı olur ve üstelik bu her bir anlam da sabit değildir. Matematiksel bir formül biçiminde yazacak olursam “x” kelimesinin üç farklı anlamı varsa biz yine de x=y, x=z ve x=q diyemeyiz. Çünkü kelimeler sınırlı ve sabit bir bilgiyi taşımaktan ziyade dinleyicinin zihninde bazı bilgileri (kavramları) uyandırmaya yarar. Yani zihnimizde “sözlük” değil “ansiklopedi” vardır ve iletişim esnasında bu ansiklopedik bilgi devreye girer. Üstelik her bir ansiklopedik bilgi pek çok çapraz bağlantıyla başka ansiklopedik bilgilerle (kavramlarla) temas içindedir. Buna bir de iletişimin gerçekleştiği bağlamı (context) eklersek şu sonuca varırız: Bir cümle barındırdığı 5-6 kelimenin bir araya gelerek yarattığı “görünürdeki” anlamından çok daha fazlasını içerir.
Dilin bu özelliği (günlük hayatta) içinde iletişim barındıran birçok aktivitemizi otomatik olarak son derece hızlı ve kolayca yapmamızı sağlar. Ancak söz konusu olan bir yardım alma veya sorun çözme görüşmesiyse bu otomatik işlemler sakıncalar doğurabilir; anlamamak ve anlaşılmamak gibi.
Şimdi yazının başındaki örnek vakaya dönebilirim: Akıllarından geçenleri ve iç dünyalarında yaşadıklarını tarif ederken kullandıkları “kanıtlamak” kelimesi Çağan ve annesi için farklı anlamlar barındırıyordu. Onlar bu farklılığı göremedikleri için birbirlerini anlamıyor ve dolayısıyla anlaşılmamaktan şikayet ediyorlardı. Çözüm odaklı terapi bu ve benzeri durumlarda taraflara önce “Açıklama” ve daha sonra da “Canlandırma/Sahneleme” soruları (*#) sormamızı önerir.
I. Açıklama sorusu
Psikoterapist: Çağan “Kendimi kendime kanıtlamam lazım” dedin. Bunu biraz açar mısın lütfen? Neyi kastediyorsun?
Çağan: Bu kadar hırsla çalışıyorum, hem de çok çalışıyorum. Bunu kendim için yapıyorum aslında, çünkü gitmeyi kafaya koyduğum bir üniversite var. Kendimi orada görürsem mutlu olacağım. Başkasının ne düşündüğü umurumda değil. Bakalım ben kafaya koyduğum bir şeyi gerçekleştirebiliyor muyum yoksa benim kapasitem bu kadar mı? Bunu görmek istiyorum. Eğer benim kapasitem yetersizse buna çok üzülürüm. Ya da eğer ders çalışma metodolojisinde bir şeyleri yanlış yapıyorsam bunu da bilmek istiyorum.
II. Canlandırma / Sahneleme sorusu
Psikoterapist: Diyelim ki “Kendini kendine kanıtladın”. Bu sende neleri değiştirir? Şimdikinden farklı neler olur?
Çağan: Zekam düşük değilmiş ve benim kapasitem varmış derim. Kafaya koyduğum şeyleri yapabiliyormuşum derim kendime.
Psikoterapist: Başka?
Çağan: Lise 10. sınıftan beri hep bir sınava hazırlanma kaygısı vardı, hem bende hem de annem-babamda. [annesine dönerek] Onlar size karşı bunu biraz inkar edebilir . Spormuş, hobilermiş ya da roman okumakmış, bunların hiçbirini yapmadım ve buralarda eksikliğimi hissediyorum. Kendimi kanıtladığımda artık bu uğraşlara vakit ayırırım ve bunu yaparken de “ben niye şimdi ders çalışmıyorum, gereksiz boş şeylerle vakit harcıyorum” diye suçluluk yaşamam.
[Seansın devamında Psikoterapist “Başka neler değişir? Neler yaparsın?” sorularıyla Çağan’ın “kendini kendine kanıtladığında” daha nelerin değişeceğini detaylı olarak canlandırmasını sağladı. Ardından annesine yöneldi, ondan “kanıtlamak” ile neyi kastettiğini ve Çağan kanıtlamaktan “vazgeçtiğinde” (ki annesi böyle telkin ediyor) bunun Çağan’ın ve anne-baba olarak kendilerinin hayatında neleri değiştireceğini sordu ve art arda “başka?” sorularıyla cevaplarını detaylandırmasını sağladı]
Çözüm odaklı terapi “açıklama” sorusunun tek başına yeterli gelmeyeceğini ve mutlaka “canlandırma/sahneleme” sorusunun sorulması gerektiğinin altını çizer. Ancak böylelikle taraflar çok önemli detaylara girebilirler ve bu sayede anlamak ve anlaşılmak imkanı doğar.
(*) Polysemy, Homonymy
(#) Encyclopaedic Knowledge
(ˆ) Vagueness
(*#) Desired outcome, Preferred future
Not: Bu konuyla bağlantılı diğer yazılarımın link’ini paylaşıyorum.