Sorun yaşayan bir kimseye yardım etmek istediğinizde onun sorununu ve soruna yüklediği “anlamı” anlamanız gerekir mi?

Çözüm odaklı terapi ve çözüm odaklı koçluk, sorunu ve soruna yüklenilen “anlamı” anlamadan insanlara yardım etmenin mümkün olduğunu ve hatta kimi durumlarda bilhassa bu yolu tercih etmeniz gerektiğini önerir. Çözüm odaklı yaklaşıma göre terapist/koç ya da “yardım eden” kimse yüzeyde kalmalı ve problemin ardına ve altına bakmamalıdır. Eminim bu cevap sizi şaşırttı ve kafanızı karıştırdı. İki farklı danışanımdan alıntılar paylaşarak bunu açıklamak istiyorum; ilki “Benim tıp fakültesini kazanıp doktor olmam ailemin en büyük hayaliydi ama bunu gerçekleştiremedim” diyen mezuna kalmış 18 yaşında bir erkeğe ve ikincisi “Onun bu hareketine çok hem de çok kırıldım” diyen otuzlu yaşlarında bir kadına ait. Sizin de hemen fark ettiğiniz gibi ilk örnekteki “hayaliydi” ve ikinci örnekteki “kırıldım” kelimelerine çok önemli anlamlar yüklenmiştir. Ancak şunu biliyorsunuz ki o kişinin yüklediği anlam ile sizin yüklediğiniz anlam (kelimeler aynı da olsa) aynı olmayabilir. Üstelik kelimelere yüklenen anlam olaydan olaya da değişebilir. Sonuçta biz yaşadıklarımızı ya da başımıza gelenleri anlatırken sınırlı sayıda kelimeye sınırsız sayıda anlam yükleyebiliyoruz. Böylesi bir durumla karşı karşıya kaldığımızda çoğu psikoterapi ekolünün savunduğu ve pek çoğumuzun da adeta refleks olarak yaptığı şey, bu yüklenilen anlamı bulmak için, sorununu anlatan kimsenin hikayesine girmek (öyküsüne dalmak) olur. Hikayenin bütününü görebildikten ve kavrayabildikten sonra çözüme doğru ilerlenebileceğine inanırız. Oysa bu yaklaşım pek çok sakınca içerir; sizden yardım alan kimseye,

1. Zaman kaybettirirsiniz ve negatif duyguları (üzüntü, öfke, umutsuzluk gibi) daha da şiddetlendirirsiniz. Problemin kaynağına doğru gidildikçe çözümü konuşmaktan uzaklaşırsınız. Ardından telaşa kapılıp kendinizi, çözüme pek bir katkı vermeyen, yorum ve tavsiyeler verirken buluverirsiniz. Neticede yardım isteyen kişide “Beni anlamadı. Anlaşılmadım.” duygusu yaratırsınız.

2. Mahremiyeti ihlal edersiniz. Çünkü sorularınızla onun özeline girersiniz ve cevaplarının bir kısmı onu utandıracak ve sonrasında anlattığına pişman olacaktır.

3. Eşitliği bozarsınız. Sorularınız onun eksiklerini, kusurlarını, zaaflarını ve kabahatlerini ortaya çıkardıkça o kendini “ezik” ve sizi de kendinden “yukarıda” hissedecektir. Bundan da kötüsü, siz de kendinizi “yukarıda” ve onu “aşağıda” görmeye başlayabilirsiniz.

4. Yardım alan, sorununu gözünde daha da büyütecek ve çözüm ihtimalini de küçültecektir.

5. Hayatın gerçeğine aykırıdır. Çünkü kişinin probleme yüklediği anlam sabit değildir, zaman içerisinde değişebilir. Soyut ve değişken bir “anlamı” [duygu, düşünce] somut ve değişmez kılmak ona yarar sağlamayacaktır.

Bu kadar teorik bilgiden sonra şimdi aklınızdan ne geçtiğini biliyorum; benden yardım isteyen kimseye yararlı olan ne ve ben bunu nasıl yapmalıyım? Tabiî ki de çözüm odaklı sorularınızla bunu yapacaksınız. Çözüm odaklı soruların temel özelliklerinden biri “gelecek yönlü” (future oriented) olmasıdır. Bir örnek üzerinden açıklıyorum:

Üniversitede yurttan arkadaşınız sizi Ege kıyısında bulunan butik oteline misafir olarak davet etti. Telefon konuşmasında size çok önemli bir problem ile karşı karşıya olduğu ve sizden akıl almak istediği önbilgisini verdi. Arkadaşınız 27 yaşında, erkek, tek çocuk. Ailesine ait butik otel dışında bir de deniz kıyısında şık bir restoranları var. Aile bu şirin turizm beldesinin yerlisi ve işletme büyükbaba tarafından kurulmuş yörenin ilk turistik oteli ve restoranı. Büyükbaba ve büyükanne seksenli yaşlardalar ve sağlık durumları iyi. Babası da arkadaşınız gibi tek çocuk. Baba işletmenin yöneticiliğini onlardan devralmış ve dört yıl önce de işletmenin sorumluluklarının önemli bir kısmını tek çocuğu olan oğluna (arkadaşınıza) devretmiş. Baba birkaç yıl içinde işletmedeki sorumluluklarından tamamen çekilip sağlık sorunları yaşayan karısı (anne) ile daha çok ilgilenmek istiyor. Arkadaşınız işletmeyi çok başarılı bir şekilde yönetiyor ve zaten iyi kazanan işletmeyi son iki yılda çok daha kazançlı ve prestijli hale getirmiş.

Arkadaşınız > Ben buradaki işimden ve hayatımdan çok sıkıldım ve radikal bir karar vermeden önce bir de senin fikrini almak istedim. Bizim işimiz tahmin edersin çok zor. Herkes tatil yaparken biz çalışıyoruz. Üstelik lüks bir işletme olduğumuz için sıfır hata ile çalışmak zorundayız. Müşterilerimizi sürekli memnun etmek gerekiyor. Bir de her yıl daha iyi olmak gibi hem kendimiz ile hem de rakiplerimiz ile bir yarış halindeyiz. Yorucu bir sezondan sonra sonbaharda oteli ve restoranı kapatıyoruz. Ardından kış geliyor zaten ve buralarda kimsecikler kalmıyor, yerli halk dışında. Bir yıldır kız arkadaşım var. Onun ailesi 6 yıl önce buraya yerleşmiş. Kendisi turizm-rehberlik mezunu ve iki yıl önce o da buraya yerleşmiş. Kendine sezonda günübirlik turlar düzenleyen küçük bir acente açmış, para kazanmaya çabalıyor. Ailem kızı çok sevdiler ve onunla evlenmemi istiyorlar. Ne yapacağımı bilmiyorum açıkçası. Yaşadığım yer doğa harikası bir belde. Sahip olduğum maddi imkanlara birçok insan sahip değil. Ancak buraya sıkışıp kaldığımı hissediyorum ve buranın benim hapishanem olmasından korkuyorum. Durum bu. Bana akıl ver, nasıl çıkayım bu işin içinden?

[I. yol: Danışanın öyküsüne dalmak] Sezonda çok hareketli bir yaşantısı var, sürekli yeni insanlarla tanışıyor. Üstelik cennet gibi bir yerde yaşıyor, çok iyi para kazanıyor, tüm bu mal varlığının da tek varisi. İş yük fazla olabilir ama kimin işi kolay ki. Tüm bu artılarına rağmen içinde bulunduğu durumu tarif ederken “sıkışmak” ve “hapishane” kelimelerini kullandı. Acaba ne oldu da tüm bunları “sıkışmışlık” ve “hapishane” gibi görüyor? Nedeni ne? Bana anlatmadığı kim bilir neler var?

[II. yol: Yüzeyde kalmak, çözüme odaklanmak] Siz bu yolu tercih ettiniz ve gelecek yönlü bir soru sordunuz.

Siz > Peki senin hayatın bundan sonra nasıl olsun istiyorsun? Gönlünden nasıl bir hayat geçiyor?

Arkadaşınız > İki yıl önce bir müşterimle arkadaşlığımız başladı. O bilgisayar mühendisi, e-ticaret yapan işletmelere yazılım desteği veren bir şirkette çalışıyordu. Aynı zamanda da satış-pazarlama stratejilerini geliştirmek üzere yapay zeka programları hazırlıyordu. Anlattıkları beni çok heyecanlandırdı ve ben de bununla ilgili okumaya başladım. O sene kış döneminde 3 tane kursa katıldım. Geçen kış İstanbul’da iki ay kaldım ve onunla sürekli bu konular üzerinde konuştuk ve yeni pek çok şey öğrendim. O yapay zeka alanında kendini çok ilerletti ve bu sene kendi şirketini açacak. Bana ortaklık teklif etti. Bu teklif beni öyle heyecanlandırdı ki sanki dirildiğimi hissettim. Açıkçası İstanbul’da yaşamak ve bu işle uğraşmak istiyorum. Senin önerin ne olur?

[I. yol: Danışanın öyküsüne dalmak] Ailesinin sahip olduğu ve ona da aktardığı kimliği reddedip sıfırdan kendine bir kimlik yaratma çabası var. Üstelik “dirilmek” kelimesini kullandı. Neden bunu yapmak istiyor ya da böyle bir radikal değişime ihtiyaç duyuyor? Altta yatan bastırılmış bir öfke olabilir mi? Acaba çocukluğunda ailesiyle nasıl bir travma yaşadı?

[II. yol: Yüzeyde kalmak, çözüme odaklanmak] Siz bu yolu tercih ettiniz ve gelecek yönlü bir soru sordunuz.

Siz > Diyelim ki bu istediklerini gerçekleştirdin. Bu sende ve senin hayatında neleri değiştirir?

Arkadaşınız size uzun uzun İstanbul’da kuracağı iş-çalışma hayatını ve müzik ve sinemanın önemli yer kaplayacağı sosyal hayatını anlattı. İşini ve sosyal hayatını belli bir düzene oturttuktan sonra tanışacağı biriyle evlenip en az üç çocuk sahibi olmak istediğinden heyecanla bahsetti. Diğer yandan da almayı düşündüğü bu karara büyükbaba-büyükanne, anne ve babasının üzüleceklerini anlattı. Ne de olsa tek çocuk ve tek torun olarak onların hayallerini yıkmış olacaktı. Onca mal-mülk ve kurulu düzen kimin için yapılmıştı.

[I. yol: Danışanın öyküsüne dalmak] Neden bunca sene onların (aile büyüklerinin) suyuna gitti, itaat etti ve onların istediği yolu takip etti? Şimdi bundan vazgeçtiğini ve ayrılmak istediğini söylüyor. Peki bunu yapacak cesareti gerçekten var mı? Acaba psikolojik gelişiminde “ayrımlaşma-bireyleşme” sürecini tamamlayamamış olabilir mi?

[II. yol: Yüzeyde kalmak, çözüme odaklanmak] Siz bu yolu tercih ettiniz ve gelecek yönlü bir soru sordunuz.

Siz > Diyelim ki bir mucize oldu ve onlar senin kafandaki bu düşünceleri, hayalleri ve planları okuyabildiler. Bunu nasıl karşılarlar?

Arkadaşınız > Üzülürler ama ben onların tek çocuğuyum. Benim özgür olmamı, özgür yaşamamı ve evlenip kendi ailemi kurmamı, otelin-restoranın devamlılığından daha çok isterler. Sonuçta babam aile işletmesine profesyonel bir yönetici alıp işleri onun üzerinden yürütebilir. Ben de gerektiğinde uzaktan destek veririm. Neticede o yerler bizim yerlerimiz ve belki de yaşım elliye yaklaştığında tekrar dönüp turizm işinde devam edeceğim, kim bilir.

Siz > Anlattıklarını özetleyecek olursam sen aslında kendin için nerede ve nasıl bir hayat istediğini belirlemişsin ve yol haritası da çıkarmışsın. Artık harekete geçmek istiyorsun. Senin istediğin şey aile büyüklerinin gönlünü almanın bir yolunu bulmak, değil mi?

Arkadaşınız > Aynen öyle.

Sohbetinizin sonraki iki saatinde arkadaşınızla, onun gelecekteki özgür hayatını ve ailesini nelerde hayatına dahil edeceğini, onlarla neler paylaşacağını, onlara nasıl katkılar vereceğini hatta onların hayatına nasıl değişimler ve yenilikler getireceğini keyifli şekilde konuştunuz.

Şu bir gerçek ki çoğu kez problemi büyüten ve ağırlaştıran aslında ona yüklenilen anlamdır. Probleme odaklanan ve öyküye dalan sorular yerine yüzeyde kalıp çözüm odaklı sorular sormayı tercih ettiğinizde yardım alan kimseye (danışana) şu noktalarda çok önemli katkılarda bulunursunuz:

1. Probleme yüklenilen anlamın üzerinde durmadığınız için danışan, çözüme yakın olduğunu ve problemin sandığı kadar büyük olmadığını düşünür ve hisseder. Hiçbir problem, kökleri tüm vücudu/ruhu sarmış, söküp çıkarılması çok zor ve inanılmaz sancılı bir şey değildir.

2. Danışanın gündemine/içeriğine sadık kaldığınız, yani hikayesine dalıp gündeminden uzaklaşmadığınız için o, sizin tarafınızdan, anlaşıldığını hisseder.

3. Yüzeyde kalarak siz ile danışan arasındaki eşitliği korumuş olursunuz. Böylece danışan kendine olan saygısını korur.

4. Başta negatif bir anlam yüklerken, danışan bir biçimde çözümü sağladığında, bu pozitif bir anlam yüklemeye değişebilir. Şöyle bir hafızanızı yokladığınızda “O zamanlar çok üzülüp sıkılmıştım ama her işte bir hayır varmış. O olay başıma gelmese ben şimdi bu noktaya ulaşamazdım… Onlara da artık kızmıyorum” benzeri bir cümleyi hayatınızda en az birkaç kez kullandığınızı hatırlayacaksınız.

*Değerli meslektaşım Dr. Hüsnü Kurtuluş’a ilham veren katkısından dolayı teşekkür ederim.