Çözüm odaklı terapinin önerisi: “Danışanın hevesini kursağında bırakmamalısın”

Yaz mevsimi üniversite sınavına girmiş öğrenciler ve onların anne-babaları için stresli geçen bir dönemdir. Çünkü çocuklarının yapacakları seçim hem çocukların hem de onların tüm geleceklerini kalıcı bir biçimde etkileyecektir. Aslında meslek/iş seçimi ile ilgili kafa karışıklığı bu dönemle de sınırlı değildir. Üniversite öğrenimi boyunca ve mezun olup iş arama sürecinde bu mesele sıklıkla gündeme gelir. Üstelik kimi zaman anne-baba ile çocuklarını karşı karşıya getirir; bir yanda hevesleri doğrultusunda (bölüm, iş ya da kariyer) tercih yapmak isteyen bir genç diğer yanda da onun bu heveslerine karşı çıkan anne-baba. Taraflar arasındaki bu çatışma birbirini takip eden üç basamaklı bir seyir ile giderek tırmanır.

1.Basamak: Bilmeden karşı çıkmak.

Çocuk anne-babanın aklından geçirmediği ya da yeterince tanımadığı bir meslek/kariyer hevesiyle/planıyla geldiğinde onlar adeta bir refleks gibi üzerinde hiç düşünmeden ve bilgi sahibi olmadan karşı duruş sergilerler.

2. Basamak: Çocuğu yetersiz bulmak.

Çocuk anne-babayı seçmeye heveslendiği meslek ve kariyer konusunda bilgilendirir, örnekler getirir ve araştırmalar sunar. Bazen de anne-baba kendi araştırmaları sonucu bu meslek ile ilgili yeterince bilgi sahibi olurlar.  Ancak bu kez de anne-baba çocukta bu mesleğin-kariyerin gerektirdiği becerilerin/yeteneklerin yeterince olmadığı iddiasını önesürerler: “Sende eksik çok, senin o işi yapacak kapasiten ve yeteneklerin yok”. Bazen bununla da yetinmeyip tezlerini daha da güçlendirmek için çocuğun başarısızlıklarına vurgu yaparlar: ”Seni ilkokulda baskete yolladık, ortaokulda piyano kursuna yolladık, hepsini yarım bıraktın. Sen maymun iştahlısın, hevesin hemen gelir geçer”. Bu basamak çocuklar için en kırıcı ve yaralayıcı bölümdür.

3. Basamak: Hayatın ve dünyanın gerçekleri öne sürmek.

Anne-baba gönülsüz de olsa çocuklarının heveslerini anlayışla karşılamış ve onun bu işi icra edebilecek yeteneklere sahip olduğunu kabul etmiştir. Ancak bu kez de karşı duruş söylemi korkular üzerine kurgulanır; ekonomik ve siyasi belirsizlikler, doğal afetler, pandemi gibi dışarıdan gelebilecek ve üzerinde hiç bir kontrolünüzün olamadığı tehlikeler. Bu korkularını destekleyecek kendi hayatlarından ya da çevresindekilerden örnekler bulmakta zorlanmazlar: ”Senin dayın da şöyle bir iş girişiminde bulundu. İlk zaman çok paralar kazandı ama sonra pandemi çıkınca elindeki sermayesini de kaybetti, kocaman bir serveti tüketti”. Savundukları temel önerme kariyer ve iş seçimlerinde “garantici olmaktır; oysa garantici olmanın hevesleri öldürmekle eş değer olduğunu göremezler. Neticede korktuğunuz her bir şey için tedbir alsanız da hesaba katmadığınız bir başka tehlike ile yine karşı karşıya kalabilirsiniz.

 Çözüm odaklı terapist böylesi bir çatışmayla başvuran danışan ile görüşmeye girerken aklında şu üç önkabulü barındırır:

1. İletişimde kalmak çözüme yaklaştırır.

Terapist çatışmanın taraflarından birini hevesleri doğrultusunda yol almak isteyen diğerini ise heves kırıcı olarak görmez. Bilakis tarafları hevesleri bir birinden farklı iki insan olarak görür. Böylelikle bu iki tarafın birbirinden farklı (ya da zıt) heveslerini müzakere etme imkanı doğar.

2. İnsanı hevesleri yaşatır.

Hayatında neleri gerçekleştirmenin ve hangi hedeflere ulaşmanın kendine iyi geleceğini en iyi danışanın kendisi bilir. Danışan zaman içerisinde dilerse heveslerinin bir kısmından vazgeçebilir ya da değiştirebilir. Çözüm odaklı terapist de danışanın umudunu ve heveslerini destekler ve bu heveslerini gerçekleştirmesine yardım eder. Danışan heveslerini gerçekleştirecek güçlü yanlara ve kaynaklara sahiptir ya da bunları hızlıca kazanabilir. Aynı zamanda danışan heveslerinin ne kadar gerçekçi olup olmadığını görebilir yani terapistin alelacele danışanı gerçekçi olmaya davet etmesi gerekmez.

3. Mutlaka bir buluşma noktası vardır.

Şimdi birbirinden ayrı hatta zıt yönlerde görünen bu hevesler gelecekte bir yerde buluşacaktır; tarafların gelecekte varmak istedikleri yer (*) birbirine yakındır.

Şimdi çözüm odaklı terapi yaklaşımını bir örnek üzerinden anlatmak istiyorum:

Serap, 21 yaşında, üniversitede mimarlık bölümü 3. sınıf öğrencisi. Yaklaşık iki ay önce anne-babasına bölümünü bırakıp bu yıl üniversite sınavına tekrar gireceğini ve sanat tarihi okumak istediğini söyleyince evde kıyamet kopmuş. Anne-baba bu fikre şiddetle karşı çıkmışlar ancak anne kızı üzülmesin diye daha yumuşak bir söylemle yaklaşıyormuş. Evdeki bu gerilime rağmen Serap dediğini yapmış ve üniversite sınavına tekrar girmiş.  Sınav sonuçlarına göre istediği üniversitenin sanat tarihi bölümüne yerleşecek puanı almış. Nihai hedefi sinema-reklam sektöründe kariyer yapmakmış.

Psikoterapi görüşmesine Serap ve babası birlikte geldi. Kısa bir tanışma konuşmasından sonra baba hışımla konuya girdi.

Baba: Çıldıracam, kafayı yiyeceğim… İnanın sabahlara kadar uyuyamıyorum. Okulu bitirmesine 1 yılı kalmış, alttan tek bir dersi bile yok. Okulunu bitirsin, mis gibi mesleğini eline alsın. İşi de hazır… Hayat her gün pahalanıyor, geçinmek zorlaşıyor, ortada bir sürü işsiz insan var, herkes garantiliği bir iş-kazanç peşinde, Serap ise hayal dünyasında yaşıyor.

Serap: Baba beni sözlerinle incitiyorsun.

Psikoterapist: (babaya yönelip) Sizin bu görüşmemizdeki hedefiniz nedir? Bu görüşmenin sonunda elinize ne geçsin istiyorsunuz?

Baba: Benim sizden beklentim kızımı aldığı bu karardan döndürmeniz. Belki ben biraz cahilim, her şeyi bilemeyebilirim ya da söyleme tarzım itici olabilir. Siz benzer durumları defalarca görmüşsünüzdür. Sizin kızımı ikna edeceğinize inanıyorum ve bunu sizden bekliyorum.

Psikoterapist: (babaya yönelip) Siz kızınızın bitirmeye 1 yıl kalmışken mimarlık fakültesini bırakmasını yani mimarlıktan bir meslek ve kariyer olarak vazgeçmesini yanlış buluyorsunuz. Böyle bir durumun ona büyük kayıplar yaşatmasından korkuyorsunuz. Öyle mi?

Baba: Kesinlikle öyle. İnsanın gerçekçi olması lazım, ayaklarının yere basması lazım. Çevresinde ve dünyada olan biteni görmesi lazım. Benim kızım hayal peşinde koşuyor. Halbuki geleceğini tamamen kaybetmeye doğru gidiyor, farkında değil.

Psikoterapist: (babaya yönelip) Bu görüşmenin sizin için faydalı olduğunu nereden anlarsınız?

Baba: Hıımm. Kızım aklını başını alır ve maceraya girişmeyi bırakıp garantili yoldan gitme kararı verirse benim için bu görüşme yararlı olmuştur derim.

Psikoterapist: (Serap’a yönelip) Serap senin bu görüşmede hedefin nedir? Bu görüşme sonunda eline ne geçsin istiyorsun?

Serap: Beni buraya babam getirdi, sizin beni ikna etmeniz için. Benim tek beklentim ailemin benim kararlarıma saygı duyması ve bana güvenmeleri. Çünkü ben bugüne kadar kadar onların güvenini boşa çıkaracak hiçbir şey yapmadım. Üniversiteye başlar başlamaz kendime parttime bir iş aramaya başladım. Tesadüfen reklam, sinema, dizi ve belgesel alanında çalışan bir sanat yönetmeninin yanında işe başladım. Bu sektör beni öyle büyüledi ki ben de kariyer hedefimi değişirtim. Bu benim çarçabuk aldığım bir karar değil. Üç yıldır parttime aynı işte çalışıyorum ve kendimin ileride neler yapabileceğini artık çok iyi biliyorum.

Psikoterapist: Peki Serap bu görüşmemizin senin için yararlı olduğunu nereden anlarsın?

Serap: Babamın bana ve benim hedeflediğim her şeyi başarabileceğime inandığını görürsem bu görüşme benim için faydalı olmuştur derim.

[Görüşmenin hedefi: Psikoterapi görüşmeleri tarafların genel olarak terapinden ve de şimdi yapılmakta olan seanstan neler kazanmak istediklerinin ortaya konması ile başlar]

Psikoterapist: Peki, şimdi her ikisizden 1’den 10’a kadar bir puanlama yapmanızı istiyorum. 10 puan “Serap kafasına bir hedef koyduğunda elinden gelen herşeyi sonuna kadar yapar ve nihayet o hedefi başarır” olsun. Ve 1 puan da “Serap bir şeye heveslenir ama onu gerçekleştirmek için pek de bir şey yapmaz, kendiliğinden olmasını bekler” olsun. (babaya yönelip) Siz kızınıza kaç puan verirsiniz?

Baba: Ben Serap’a 10 puan veririm.

Psikoterapist: (Serap’a yönelip) Serap sen kendine kaç puan verirsin?

Serap: Ben kendime 9 puan veririm.

Psikoterapist: (babaya yönelip) Serap’a 10 puanı nasıl verdiniz?

Baba: Benim kızım ufaklığından beri çok sorumluluk sahibi, çalışkan, söz dinleyen, disiplinli bir kızdır. Gittiği her okulda sınıfın ve de okulun gözde bir öğrencisi oldu. Benim maddi imkanların özel dersler aldırmaya ya da dershaneye göndermeye yetmedi. Buna  rağmen kızım kendi çalışarak iyi bir üniversitenin mimarlık fakültesini kazandı. Dersleri gayet iyi. Kendi gayretiyle İngilizce öğrendi. İşte ben de bu yüzden geleceğini heba etsin istemiyorum. Diğer akranlarından iş, kazanç anlamında geri kalsın istemiyorum. Benim korkum bu.

Psikoterapist: (Serap’a yönelip) Serap sen kendine 9 puanı nasıl verdim?

Serap: Babamın söylediği gibi her zaman sorumluluk sahibi biri oldum, derslerimde hep başarı oldum. Ailemin maddi sıkışıklığını bildiğim için onlara yük olmamaya çalıştım. Üniversiteye başladığımdan beri parttime çalışıyorum. Bir taraftan dersler, bir taraftan çalışıp para kazanmak hiç kolay değil. Üç yıldır neredeyse her haftasonu çalışıyorum, yaz tatilerinde çalışıyorum. Üstelik asistanlığını yaptığım sanat yönetmeni çok zor biri: İnanılmaz kuralcı, hiç bir şeyi kolay kolay beğenmez ve yapılan iş mükemmel olsun ister. Yetmezmiş gibi çok uzun saatler çalışır ve beni de çalıştırır. Kısacası şunu söylemek istiyorum, ben hem çok çalışkan hem de çok sabırlı biriyim. Bu yüzden kendime 9 puan verdim. Ayrıca babamın şunu bilmesini isterim; benimle ilgili korkmasına gerek yok, bugüne kadar bunların hepsini başarıyla götürdüysem bundan sonra da götürürüm.

Psikoterapist: (Serap’a yönelip) Başka?

Serap: İlköğretim ve lisede maalesef iyi bir İngilizce eğitimi alamamıştım. Üniversiteye başlar başlamaz İngilizce’ye de çok ağırlık verdim ve dilimi oldukça ilerlettim. Bir süre önce de İtalyanca öğrenmeye başladım. Öğrenme konusunda çok hırslıyım. Asistanlığını yaptığım sanat yönetmeni bu yanımı çok takdir ediyor ve sürekli ondan övgüler alıyorum. Beni ileride yapacağı projelere dahil edecek; tüm planlarında benim de adım geçiyor. Kendisi sinema-TV kökenli ve benim üniversitede sanat tarihi okumamı istiyor. Böylece birbirimizi eksiksiz olarak tamamlayacağız. Zaten sanat tarihi de benim ilgimi çok çeken bir alan.

[Güçlü yanları ve Kaynakları: Terapist danışanın hedeflerini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu güçlü yanlarını ve kaynaklarını fark etmesine yardım eder]

Psikoterapist: (babaya yönelerek) Diyelim ki Serap hayalinden vazgeçip sizin arzunuza uydu ve mimar oldu. Ardında da mimar olarak çalışmaya başladı. Bu sizin hayatınızda neleri değiştirir?

Baba: Mimar olduğunda işi hazır, inşaat işleriyle uğraşan oldukça zengin bir akrabam var, Serap’a iyi bir maaş verecek. Kızımın mesaisi belli olur, tatilleri olur, kendine ayıracağı zamanı olur. Evlenmek isterse, çocuk sahibi olmak isterse işi, çalışma düzeni buna izin veririr. Çünkü anne-baba olarak çocuğumuz çalışma hayatında yıpransın, tükensin istemiyoruz. Üstelik daha garantili bir hayatı olur. Onun rahat olması anne-baba olarak bizi de mutlu eder, kafamız onda olmaz. Çocuğumuzu daha sık görürüz, onu daha çok ziyaret edebiliriz. Onunla bu başarılı hayatından dolayı gurur duyarız.

Psikoterapist: (Serap’a yönelip) Peki Serap diyelim ki sen kararından dönmedin ve mimarlık öğrenciliğini bıraktın. Ardından da sanat tarihi okumaya başladın. Bu senin hayatında neleri değiştirir?

Serap: Sanat tarihi dersleri sözel, mimarlıktaki gibi çok vakit alan proje ödevleri yok. Dolayısıyla dersleri halletmek benim için çok kolay olur. Zamanımın daha büyük kısmını parttime çalıştığım işe veririm. Çünkü benim de hedefim iyi bir sanat yönetmeni olmak. Öğreneceğim çok şey var daha. Ancak şu kadarını söyleyebilir ki, şimdi bile katkı verdiğimiz reklamları ve dizileri izlemek bana o kadar gurur veriryor ki anlatmamam. Bir reklamın ya da dizinin arka plandaki kostümleri, mobilyaları, aksesuarları kısaca tüm dekor ve sahne detaylarıyla uğraşmak… Onlarda payımın olması beni heyecanlandırıyor, mutlu ediyor ve enerji veriyor. İleride harika işler çıkaracağımdan eminim. Annem-babam kesinlikle benimle gurur duyacaklar. Üstelik büyük paralar da kazanacağım çünkü bu işlerde büyük paralar dönüyor.

Baba: Çocuğum güzel konuşuyorsun da bu dediklerinin olma ihtimali nedir? %1 bile değil.

Serap: Nereden biliyorsun baba benim o %1 içerisinde olmayacağımı?

[Arzulanan Gelecek / Buluşma noktası: Danışın görüşmenin başında dile getirdiği hedef onu bir başka hedefe o da bir sonraki hedefe götürecektir. Dolayısıyla terapist sorularıyla danışanın en nihayetinde nasıl bir hayat ve gelecek arzuladığını ortaya çıkarmaya yardım eder. Tam da bu noktada tarafların gelecekte kendileri ve diğer taraf için benzer şeyleri arzuladıkları yani nihai hedeflerde buluştukları ortaya çıkmış olur]

Görüşmenin kalan 50 dakikasında psikoterapist bu buluşma noktası üzerinden sorularına devam etti: Serap ve babasının hem kendileri hem de birbirleri için olan gelecekteki arzularını detaylı olarak anlatmalarını sağladı.

İnsanın heveslerinin arkasında/altında onun “ihtiyaçları” ve “değerleri” yatar (#). Bu ihtiyaçların ve değerlerin neler olduğunu konuşmak, anlamak ve mümkünse bunların karşılanacağına dair güvenceler vermek tarafları uzlaşmaya yaklaştırır. Unutulmamalıdır ki insan ancak ihtiyaçlarını karşılıyor ve değerleriyle uyumlu yaşıyorsa mutlu olur.

* preferred future / desired outcome

# Maslow’un ihtiyaçlar kuramı

Bu yazıya katkılarından dolayı Ortopedi Uzmanı Dr. Mehmet Baran DÜZGÜN’e teşekkür ederim. Sevgili Baran cerrahlığının yanında Ege Ü. Klasik Arkeoloji bölümünde öğrenciliğine devam etmektedir.