Şayet direnç varsa, danışan da mı yoksa psikoterapist de mi?

Çözüm odaklı yaklaşım birçok psikoterapi ekolünün aksine “direnç” kavramının olmadığını, ille de bir dirençten söz edilecekse de bunun danışan da değil psikoterapist/koç da olduğunu öne sürer. Bu yazıda önce psikoterapide direnç kavramını tanımladıktan sonra hayatın içinden bir örnek vereceğim ve en sonda da çözüm odaklı kısa terapinin bu konudaki tezlerini kısaca anlatacağım.

Direnç kavramı (psikoterapi/koçluk sürecinde) danışanın değişime isteksizliğini, süreci yavaşlatmasını, durdurmasını ve hatta kimi zaman yaptığı değişimlerin bir kısmından geri dönmesini ifade eder.

İş yükünün çok olduğu, büyük bir hukuk bürosunda 3 yıldır avukat olarak çalışan Ayşe, büroda avukat olarak yeni işe girmiş olan Selin ile iş arkadaşlığını dostluğa dönüştürmek ister ve bunun içinde fırsat kollar. Art arda gelen ve uzayan duruşmalar nedeniyle ancak öğleden sonra Adliyeden çıkabilmiş ve kendi ile benzer durumu yaşayan Selin’e “Ben çok acıktım, eminim sen de acıkmışındır, seni yemeğe götüreyim” teklifinde bulunur. Selin’de bunu keyifle kabul eder. Ayşe onu (nasıl bir yere götüreceğinin önbilgisini vermeden) Adliyenin hemen yakınında harika-nefis döner-iskerder yapan üstelikte fiyatları makul bir restorana götürür. Selin içeride menüye bakar, yüzü asılır, keyfinin kaçtığını belli eder ve Ayşe’ye “iştahım kaçtı, ben bir şey yemeyeceğim” der. Ayşe bir taraftan sipariş ettiği İskender kebabını yer ama onun da keyfi kaçmıştır ve fazla bir şey konuşmadan büroya dönerler. Sonraki bir hafta boyunca Ayşe Selin’e, o da Ayşe’ye oldukça soğuk davranır ve nihayet bir öğle vakti karşılıklı içlerindekini dökme fırsatı doğar. Ayşe, “Ben sana iyilik olsun diye seni yemeğe götürdüm, hakikaten çok lezzetli ve hesaplı bir yerdi, üstelik ben ısmarlayacaktım. Sen hiçbir şey yemedin ve yüzünü ekşittin. Açıkçası çok bozuldum, kırıldım ve üzüldüm” der. Selin de “Beni nereye götüreceğine kadar vermeden önce, en azından, bana ne yemek istediğimi sorabilirdin. Çünkü ben vejetaryenim. Hatta işe başladığımın üçüncü günüydü olsa gerek, bir öğle arası konuşuyorduk ve ben vejetaryen olduğumu söylemiştim ve sen de oradaydın. Bunu duymaman imkansız. Beni döner-iskender yemeğe götürmen adeta benim bu tercihimle dalga geçmek gibi bir şey geldi bana” der. Ayşe “İnan o sohbeti hatırlamıyorum. Tamamen iyi niyetimle yaptım, iyi niyetimi görmezden gelme” diye savunur kendini ama Selin “Beni önemseseydin o konuşmayı hatırlardın” der. Böylece çok güzel bir yere evrilebilecek bir dostluk fırsatı ne yazık ki heba olmuştur.

Günlük hayattan verdiğim bu örneğin farklı biçimlerine psikoterapist-danışan ilişkisinde zaman zaman rastlanır. Böylesi bir tabloda görünen şey, danışanın terapistin “verdiğini almak” istemiyor olması yani terapiye direnmesidir. Bunun en sık görülen nedenlerini ve çözüm odaklı yaklaşımın önerilerini dört maddede toplayabiliriz.

  1. Danışanın, dolayısıyla da terapi/koçluk sürecinin açık ve net bir şekilde tarif edilmiş, somut, davranışsal ve zaman çerçeveli bir hedefi belirlenmemiştir. Çözüm odaklı yaklaşımda danışanın hedeflerini olabildiğince SMART* ve PURE* tanımlamak sürecin ilk ve en önemli şartıdır.
  2. Danışan kendi için açık, somut hedefler belirlemişken psikoterapist/koç danışana daha yararlı olabileceğini düşündüğü başka hedefleri dayatmaktadır. Bir anlamda danışanın hedeflerini, isteklerini ve tercihlerini kısmen yetersiz bulmuş ya da yok saymaktadır. Çözüm odaklı yaklaşımda terapistin/koçun görevi yalnızca soru sormak ve bu sorularla danışanın geçmiş başarılarını, becerilerini, yapabildiklerini, ona yardımcı olabilecek insanları ve diğer kaynaklarını, ihtiyaçlarını, değerlerini ve güçlü yanlarını ortaya çıkarmaktır. Bunları cevaplarken, danışan kendine en iyi gelecek çözüm yolunu kendi seçecektir. Çünkü danışan kendinin uzmanıdır, kendini en iyi bilen-tanıyan yine kendisidir.
  3. Terapist/Koç değişim ve hedefler konusunda danışandan daha istekli ve tutkuludur. Halbuki yapıla gelen psikoterapi danışanın terapisidir ve tümüyle de ona aittir. O terapiye/koçluğa karar vermiş, ardından sizi bulmuş ve size gelmiştir. Değişimin ne kadarına ve ne zaman gerçekleştireceğine yine ve yalnızca danışan karar verecektir. Burada kesin olan şey, değişimin başarısının yalnızca danışana ait olduğudur, psikoterapiste değil.
  4. Danışan süreç içinde hedefini değiştirmiştir. Ancak terapist/koç bunu dikkate almamış, dinlememiş ve hala danışanın ilk hedefinin peşini sürmektedir. Oysa çözüm odaklı yaklaşım, her bir seansı sanki ilk seansmış gibi görür ve danışanı böyle dinler.

Son olarak söylemek istediğim, hem psikoterapi/koçluk pratiğinizde hem de her seviyede sosyal ilişkinizde ilk sorunuz ve süreç boyunca kılavuzunuz şu olursa anlama, iş birliği ve çözüm yolu açılır:  “Sen ne(ler) istiyorsun? Sen ne(ler) olsun istiyorsun?”.

*SMART (Specific=Belirli: Measurable=Ölçülebilir: Achievable-Agreed= Elde edilebilir-Mutabık kalınmış: Realistic-Relevant=Gerçekçi-Konuyla ilgili: Timeframed=Zaman çerçeveli)

*PURE (Positively stated=Olumlu ifade edilmiş: Understood=Anlaşılmış: Relevant=Konuyla ilgili: Ethical=Etik)